17 Temmuz 2025 Perşembe

35 SENE SONRA ZAMANIN SULARINDA-Gülay Perşembe

 

    Şair, Yazar, Ressam ve Sanat Eleştirmeni, Matematikçi Turgay Gönenç’in, Sanat Çevresi Aylık Sanat Dergisi Kültür ve Sanat Yayınları tarafından basılan ‘Zamanın Sularında (Tarihsiz Günlükler)’ adlı kitabını yıllar sonra ikinci kez okudum. İlk olarak 35 sene önce okudum. Şimdi daha kapsamlı okudum. O kadar çok sanatçıyı tanımış ki... Kimileriyle arkadaş, kimilerini de kitabında anıyor. Zamanın Sularında’da özellikle ressamlar dikkatimi çekti. Kitabında bahsettiği ressamların yapıtlarını Google’dan bulup bakıyorum. Resim Sergisi’ne gitmiş gibi oluyorum.

    Turgay Gönenç 80’li yılların sonlarındaki günlüklerine daha çok yer vermiş kitabında. Kaleme aldığı kişilerden dolayı kıymetli günlükler... Visconti, Yusuf Atılgan, Orhan Peker,  Burhan Uygar, Çaykovski, Ahmet Hamdi Tanpınar, Aragon, Bach, Çehov, Herman Hesse, Korosawa... Okuduğum sanki kültürel bir gezi kitabı gibi de...

    Akademisyen, çevirmen, yazar Bedrettin Cömert, ‘Giotto'nun Sanatı’ adlı kitabını Turgay Gönenç’e 11 Temmuz 1978’de imzalayıp verecekken, aynı gün öldürülmüş. Balkonda otururken, aşağıdan Türk tiyatro bilimci, oyuncu, yazar, eleştirmen, yönetmen ve akademisyen, büyük kızım Gülnihal’in de hocası olan rahmetli Özdemir Nutku bağırmış: “Bedrettin Cömert’i vurdular” diye. Aylar sonra üzeri kanla kaplı kitap, Turgay Gönenç’in eline geçmiş.


Misaki Milli İlkokulu’nda Turgay Gönenç ile beş sene aynı sınıfta okuduk. Zaten aynı yıl doğmuşuz. Hareketli bir çocuktu. Yıllar sonra birçok konuda, sanatın birçok dalında bilgi sahibi bir kişi olduğunu öğrendim. Şiir ve resimde, özellikle resimde çok iyi bir sanat eleştirmeni. Aynı zamanda resim koleksiyoneri. Fırsat buldukça biriktirmiş.

    ‘Zamanın Sularında (Tarihsiz Günlükler)’in arka kapak fotoğrafını Gazeteci, Araştırmacı Yazar, Şair Yaşar Aksoy çekmiş. Kitabın kapak resmi ve içindeki birçok kara kalemler 1992 yılında yitirdiğimiz Burhan Uygur’a ait. Kendisiyle yakın arkadaşlığı da var. Turgay Gönenç’in Burhan Uygur ile ilgili Teşvikiye Sanat Galerisi Yayınları adına hazırladığı bir çalışması da var. Sergilerde yapıtlarını görmüştüm. Resim Sanatımızda önemli ressamlarımız arasında yer aldığını biliyorum.

   Turgay Gönenç bir matemetik dehasıydı da. Matematik öğretmenliği yaptı. Küçük kızım Neslihan’ın DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünde hocası olan Prof. Dr. Oğuz Adanır’ın, Atatürk Lisesi’nde matematik öğretmeni olmuş. Kızımın aktardığına göre hocası, “Matematik öğretmenliğinden öte bize çok şey kazandırdı” demiş.

   İkiz kızları, büyük kızım Gülnihal ile aynı sene 1969 yılında doğmuş. Çocukken aynı ilkokula gittiğimiz, aynı semtte yürüdüğümüz Turgay Gönenç’in  ‘Zamanın Sularında (Tarihsiz Günlükler)’ adlı kitabıyla ilgili yazımı, onun bugünleri de anlatan bir şiiriyle bitirmek isterim:

 

ESKİ SOKAKLAR - Turgay Gönenç (1939-2019)

 

Dere boyunca zakkumlar

Yüzün düştü yüreğime

Yine solgun mahzun musun

Yüzün düştü yüreğime

 

Benim çocukluğum fesleğen kokar

Pervazlarda rüzgarlarda güvensiz

Çivit boyalı teneke saksılar

Benim çocukluğum fesleğen kokar

 

Bir de günün son ışıklarıyla

Süt mavisi aydınlanan kireç badanalı bir duvar

Bir yasemin usulca sarkar sokağa

Yanık kokulara karışır gülüşün

Penceren ardı karanlık camlar

 

Bilsen ne denli özlüyorum o eski sokakları

Şimdi çevrem büyük küçük kentsoylular

Ne bir coşku ne yaşama sevinci yüzlerinde

Ama hep ölüm korkusundalar.

 

 

Zamanın Sularında (Tarihsiz Günlükler), Turgay Gönenç,

Sanat Çevresi Aylık Sanat Dergisi Kültür ve Sanat Yayınları, 2, İstanbul-1989 Baskısı,

 160 Sayfa.


30 Mart 2024 Cumartesi

OKUMAYA DÜŞÜNMEYE ÜRETMEYE – Gülay Perşembe

 


    Sinema kanallarında yine karşıma "Nadide Hayat" filmi çıktı ve dalıp gittim. Kardeşim soruyor "Kaçıncı izleyişin?" diye. Sayısını ben de unuttum. Demet Akbağ'ın rollerine bayılıyorum. Talebeliğinden beri televizyon misafirimiz. Filmin konusu şöyle; eşi ölünce ne yapacağını bilemiyen Nadide, boşlukta kalan, çocuklarını da yetiştirmiş bir kadın. Nadide kararını veriyor; evlenmek için yarım bıraktığı üniversiteye, çıkan bir aftan da faydalanıp yeniden gidiyor.

    Bu bana eşim ölünce içimde oluşan boşluğu hatırlattı. Eşim vefat edince birçok kurslara devam ettim. İlki, eşimin de vasiyeti olan "Oğlumuza işinde yardımcı ol" dileğini yapmak için muhasebe kursuna yazıldım. Üçlü bir kurstu (Muhasebe, daktilo, bilgisayar). Ben sadece muhasebe bölümüne yazıldım. Hâlâ hayıflanırım neden bilgisayara da yazılmadım diye. 1989 yılında bilgisayarin hikmeti daha pek anlaşılmamıştı. Çok sonraları torunum Evrimcimin de gayretiyle biraz biraz bulaştım. Oğluma işyerinde pek faydam olmadı ama birkaç kere Aliağa Rafineresi'ne geçiktirdikleri parayı almaya gittim. O da bir maceraydı. Aliağa otobüsüne binip rafineri kavşağında iniyorsunuz, rafineriye gitmek için otostop yapıyorsunuz ve bu çoğu zaman bir kamyon oluyor. Halbuki arabayla gitsem ya... Ehliyetim var ama trafik korkusu bırakmıyor.

Enstitü mezunu olduğum için birçok elişi öğrensek de, değişik kurslarda da insan birçok şey öğreniyor. Özellikle artık pek devam etmesem de resim kursunu çok sevmiştim. İzmir Resim ve Heykel Müzesi’nde gittiğim hocamızın değerli rahmetli hocamız Şeref Bigalı olduğu resim kursu. Değerli rahmetli hocamız Şeref Bigalı, biz orta yaşlılara da bir şeyler öğretmeye çalışırdı. Sizlere hocamızın bir resmini de paylaşıyorum. Ruhu şad olsun.


Dikiş bilen ben, teğellemeden toplu iğne yardımıyla makine çekmeği, Amerikan Kültür Derneği'nde aldığım pacth work kursunda öğrendim.



   Her işimi kendim görmem yanında internet ve televizyondan öğrenerek yaptığım el işlerini hediye olarak dağıttım.

   Gelelim bugünlere... Ritm bozukluğu ve yaşlılıktan elimden geldiğince yakınlarımın gayretiyle okumaya, düşünmeye, üretmeye çalışıyorum.

15 Mart 2024 Cuma

Fİ TARİHİNDE SOKAK HAVAGAZI FENERLERİ-Gülay Perşembe


 Doğduğumdan beri 84 yıldır elektriği olan evlerde oturdum.
Garip gelmesin çocukluğumda birçok evde elektrik yoktu.
Tabii evimizde gaz lambası vardı. Sadece elektrikler kesilince yardım ederdi. Ama o yıllarda her yerde henüz sokak elektrik lambaları yoktu. Aydınlanma Havagazı fenerleriyle sağlanırdı.
Fenerci dediğimiz zat her aksam, elinde uzun bir çubuk, fenerin penceresini açar, içindekini tutuştururdu.
İleriki yıllarda elektrik direkleri konuldu ve aydınlık çoğaldı.
Anımı kızım Neslihan'ın şiirinin bir bölümüyle bitireyim, Zaten anımı hatırlatan da bu şiir oldu.

"....Ali Reis Mahallesi'nde bir fener
karardı dünyanın ikinci savaşında
şimdi annemin anılarında gezer
sevginin koşturduğu sokaklarda"

Aşkın Kedi Mevsimi, Neslihan Perşembe Kulakoğlu, Şey Yayınları

10 Ocak 2024 Çarşamba

BİR İNSANI KURTARMAK NE GÜZEL ŞEYDİR/SIDIKA AVAR – Gülay Perşembe

    Sıdıka Avar, Türkan Saylan'dan evvel Anadolu’daki kız çocuklarının okuyup bir meslek sahibi olmasına çabalamış bir öğretmen, bir eğitim mücahididir.

    İcabında katır sırtında dağlara tırmanmış, mezralardan ailelerini ikna ederek kızları Kız Enstitülerinde okutmuş, vatanımıza birçok öğretmen de kazandırmıştır. Hatıralarından oluşan bu kitapta yaptıkları aynı zamanda yöre halkına yaptığı iyiliklerin de hikayesidir.

    Başına gelen ufak bir kazadan sonra “Bana bisey olursa kızları kim toplar? Tatilde köylerine kim getirir?” diye dertlenip derdini egitim müsteşarına da açıp  kabul görünce yetiştireceği Nezahat’i yanına alıp Bingöl'ün Kığı ilçesine gitmek için yola düşmüş. Esas anlatmak istediğim olay da, kamyonla yaptıkları bu seyahatten.

    Kamyonun üstü de mal yanında insan yüklü... Mola verdikleri bir yerde inen bir yolcunun inlemeleri hastalığının had derecesini gösteriyormuş.  İnleyip su isteğine “Çay vereyim mi?” diyen Sıdıka Avar, adamcağıza içirmiş ve zorlukla tekrar kamyonun tepesine çıkarmalarına yardım etmiş. Bilmem kaç kilometre, kaç saat sonra, yukarıdan bağrışmışlar: “Hey şoför! Bu herif öldü! Dur da indirek.” Bu duruma “Çok üzüldük” diyor Avar ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Nezahat’la biz de indik. Bağırdım ‘Durun! Öldü diye dağ başında bırakılir mı? İlk köyde bırakırız, kendi köyüne ulaştırırlar.” Halkın homurdanmasına aldırmadan, yakın köye teslim çağrısını tekrarlamış. Ama içine bir kurt düşmüş “Şu aynanı ver Nezahat” demiş. Ölü bildikleri adamin ağzına tutunca buhar olusmuş. “Bu adam yaşıyor! Az daha dağ başında onu bırakacaktınız!” demiş. En yakın köye kadar, hastanın ağzına ince kestiği elmaların suyunu, biraz da limon sıkmış. Zar zor yutarmış hasta adam. En yakın köyde de hastayı bırakmışlar kendi köyune ulaştırsınlar diye. Hala yolcular “Boşuna bu adam gidici” derlermiş. Seneler sonra yine bir Kığı seyahatinde, şafakla hareket edecekleri için bol ekmek alayım diye aranırken hepsinde o saatte ekmeklerin bitmiş olduğunu görür. Üçüncü fırında da yok cevabını veren çırak çocuğa içerden bir bariton erkek sesi “Dur hele!” der. Küçük bir kapıdan eğilerek geçen bir erkek

“Oy! Anam babam, sen hoş gelmişen!” diye koşup ellerine sarılmış Sıdıka Avar'ın. Birini bırakıp birini öpermiş ellerinin.  “Seni Allah'ın gönderdiği ermişsen, evliyasan, nesen? Koş Güllü, beni dirilten hanım aha bu hanımdır, elini ayağinı öpmüşez. Aha sen kamyonda bir ölüyü dirilttin ya, o benem işte!”

Anlatmış  “Bir hafta o köyde kaldıktan sonra, meşelerden bir sedye yapıp köyüme getirmişler. Zamanla iyileşip tarlamı satıp bu fırını açtım” demiş. Ardından da “Hiç ben seni ekmeksiz bırakır mıyım? Anamdan irelisin, emret ki yapam!” deyip bütün gece uğraşıp sabaha ekmekleri yetiştirmiş.

Bir insani kurtarmak ne güzel şeydir. 


 

TİRE TAKTAK KEBABI – Gülay Perşembe

 

   6 Ocak 2024 tarihli takvimde, Tire Taktak Kebabı yazılmış. Benim kuyu kebabı olarak bildiğim , Tire Taktak Kebabı’na Tandır Kebabı da denir. Bu ismi de öğrenmiş oldum.

    Tire kendine has köftesiyle meşhurdur. Ama onun yanında çarşı içinde sayılı lokantanın yaptığı Tire Taktak Kebabı’nı da denemelisiniz

   Atalarım Girit'ten muhacir olarak 1800'lerin sonunda Tire'ye iskan etmişler. Kardeşleri 20 yaşın üstünde olduğu halde, babam 1900'de Türkiye’de doğmuş. Altı yıl sonra 2. Abdulhamit'in emriyle Giritli köyü kurulmuş, oraya yerleşmişler. Babam sonraları eğitim için İzmir'e gelmiş. Savaş yılları eğitimi yarım kalmış. Neyse bu ayrı bir konu. Gelelim kebaplara...

    Bir gün önceden pişirmeye başlanan kebap, sadece sabah 5 ila 9 arasında bulunuyormuş. Rahmetli babamla bu Tire'ye has yemeklerde hatıralarım var. Babam bize ince et şişi üzerinde o ince köfteleri hazırlardı, mangalda pişirirdik. Ama 'Bu Tire'ye has bir köfte kebabı' diye hiç zikretmedi. Şimdi şimdi programlardan adını öğreniyorum. Hatta evlenince, geniş şişler üzerinde Adana kebabını öğrenince, 'Zahir bizim geniş şişlerimiz yoktu, ondan babam ince şişte yapardı' diye düşünmüştüm.

Tire Taktak Kebabı gelince, 50'li yıllarda Tire'de bir hafta bir aile dostunda kalmıştık. Birçok güzellikleri dolaşıp Tire Taktak Kebabı’ndan da tatmıştık. Şimdilerde de birkaç yıl ara versek de coronadan Giritli köyümüzun festivalinde tadıyoruz en azından köftesini.  Artık Tire kaynaklı hazır da alabiliyoruz marketten.

   64 yılında rahmetli babam hastanede yatarken, bizden en son Tire Taktak Kebabı istedi. Geçmiş zaman nereden bulduysak alıp getirmiştik. Ama tattıramadık 2 gün sonra mevlasına kavuştu. Ruhu şad olsun.


 

GİRİTLİ İBRAHİM KAHYA -Gülay Perşembe

    Girit mübadili İbrahim Oruç... Rahmetli eniştem, Himmet teyzemin değerli eşi.

    Menemen’de ikamet ederlerdi. Teyzem İzmir Kestelli Caddesi’nden gelin gitmiş. Bizim için enişteden öte, dayı amca gibiydi... Çocukları olmayınca, kendisinin ve teyzemin yeğenlerini çok severdi. Biz de onu çok severdik.

    Küçüklüğümde, yaz tatillerinde bağlarına gitmeyi çok  severdim. Bana Arzu ile Kanber, Battal Gazi türü kitaplar alır, okuturdu. Okuma yazması yoktu ama babamın deyişiyle çok akıllı ve hesabını bilen bir insandı.

    Beni çarşıya götürür köfte ısmarlar “Bugünkü yemeği pek sevmediğini biliyorum onun için getirdim” derdi.

    Meneme’e giderken Basmane’den trenle giderdik. Bizi babam uğurlardı. Bir keresinde Menemen’deki evlerinde kaldıktan bir zaman sonra babamın bende kalan mendilini koklayıp durmuştum. Rahmetli eniştem de “Anlaşıldı sen aileni özlemişsin. bir İzmir gezisi vacip oldu” demişti.

    Ters dönen traktör altında kalıp ölen genç yaştaki yeğenine üzüntüsünden, haftasına da onu kaybettik. Kalbi altın gibi bir Giritli İbrahim Kahya’yı anmak istedim.



29 Ekim 2023 Pazar

SONSUZA KADAR YAŞASIN CUMHURİYETİMİZ – Gülay Perşembe

 


Tire’de aile dostumuz Semra hanımın apartmanlarının 100. yıl kutlama süslemelerini görünce çocukluğumun kutlamalarını hatırladım. Özellikle Cumhuriyet’in 25 yılını... Bayraklar dışında kedi merdivenleri, kağıt fenerlerle müstakil evimizin sokak kapısını süslememizi... Cumhuriyet’in 25’inci yılı dolayısıyla babamla süslemiştik evimizin kapısını. Babam her yıl bayrak asardı ama o yıl daha bir süsleyip bezemişti. Ruhun şad olsun babacığım... Ne mutlu bana; Cumhuriyetimizin 100. yılını  görmek nasip oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “En büyük bayramdır! Kutlu olsun!”  Sonsuza kadar yaşasın Cumhuriyetimiz.

Fotoğraflar: Semra Uruk Aydın



35 SENE SONRA ZAMANIN SULARINDA-Gülay Perşembe

      Şair, Yazar, Ressam ve Sanat Eleştirmeni, Matematikçi Turgay Gönenç’in, Sanat Çevresi Aylık Sanat Dergisi Kültür ve Sanat Yayınları ta...